Kayıtlar

Nisan, 2017 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Sanat üzerine

Sanat, bir duygunun, tasarımın ya da güzellğimin dışavurumunda kullanılan bir yöntemdir. Kimin icin olduğu ise tartışma konusu olmuştur. Sanat her zaman sanat icin mi yoksa toplum icin mi olduğu konuşulur. benim at gözlüklerimden bakarsak sanat her ikisi icindir. sadece insandan insana değişiklik gösterebilir. sanat sanat icindir diyen insanları iki şekilde inceleyebiliriz. Dikkat! bu yazı bilimsellik icermez, şahsi düşüncelerimin temel atma törenidir.   Birinci grup yazdığını cizdiğini kendine saklayan, birilerinin faydalanmasını reddeden kısa bencil dediğimiz kişilerdir. Sanatı sanat icin değil, kendi icin yapar. toplumun görüp görmemesi, faydalanıp faydalanmaması umrunda değildir. ikinci grup ise cekingen gruptur. kendine güveni cok fazla değildir ve insanların düşüncelerini fazlaca önemser.  Bu düşüncelerimin oluşmasını sağlayan temel fikir ise, sanat sanat icindir anlayışının öncüleridir. Bu görüşün savunucuları icin sanat sadece sanat icindir'i değil, sanat sa

SON KEZ

Son kez kapıyı açıp içeriye girdi. Daha içeri girer girmez anılar zihninde belirmeye başladı, sesler kulaklarında yankılandı. Ne çok anı biriktirmişlerdi bu evde. Her metre karesinde başka bir anı. Ah keşke şu duvarlar dile gelse de anlatsaydı her şeyi. Yavaşça içeriye doğru yürümeye başladı. Ellerini eşyaların üzerinde gezdirerek ilerledi. Beyninde bir sürü düşünce dolaşıyordu. Arkasında bırakıp gidebilecek miydi bu evi, onu, hatıraları? -Valizleri koyduk arabaya her şey hazır hadi artık gidelim, diye bir ses duydu. “Nasıl?” kelimeleri döküldü dudaklarından. O cesaret var mıydı kendisinde? -Daha iyi olacaksın. Yeni bir başlangıç sana iyi gelecek biz hep yanındayız. Bu cümleleri günlerdir kaçıncı kez duyuyordu. Artık insanları dinlemeyi bırakmıştı. Ne deseler yarasına merhem olmuyordu çünkü. Susmayı tercih ediyordu. Bütün acıları içinde yaşıyordu. Gözyaşlarını gece herkes uyuduktan sonra akıtıyordu. Yavaşça yatak odasına doğru ilerledi. Gardırobu açtı ama ona ait bir kıyafet

TENİNİN YOKSULU- VAVEYLA 2

''yüzünün gecekondularında kac gizli buse var, kac tane kacak gezgin dolaştı dudaklarının ormanında'' diye bağırdım icimden. Oysa yaşlanmaktan korkmuyordum, yüzümdeki cizgilerde saklıyordum bakışlarını... Duydum Vaveyla... Kac tabloma renk olan sen, meğer günahın rengiymiş... Balta girmemiş orman sandığım tenin, ellerinmiş... -Etme! + Efendim? Neyi etmeyeyim? Sesli söylediğimi ve yanıma ne zaman birinin oturduğunu farketmeden devam ettim. Sahiden sporsuz yaşayan bu şehirde, yalnızlar mekanıdır stadyum. Bu siması tanıdık gelen adamın yanımda ne işi var... -Şimdi günah rengine bulandım, etme! +Anlamadım -Günahlarımdan soyundum, etme! +... -Etme! yüreğimi yangın yeri etme! +... Yanımdakinin varlığını umursamadan devam ettim. Az önceki kedi gibi, o da giderdi birazdan... Emindim. -Yüzündeki gecekonduları evim bildim. Kendimi fakir bildim, gecekonduna bile az bildim, bakışlarımı bile yasak bildim... Evinize geri dönün cağrısı kadar, yoksulluk da modadır

Salim

Her şey iç içe girmişti. Kafası karışık olduğu kadar, yazması gereken hikayenin de farkındaydı. Ama o sözcükler beyninin ortasında köşe kapmaca oynamaya çalışırken,uygun olanların yakalanması,istif edilmesi,kalbe işlenmesi,yaşanması gerekiyordu. Yorgundu. Bilgisayarı açıp sessiz sedasız bir şiir dinlemeye koyuldu. Yusuf’un çağrılması gerekiyormuş. Siz evet siz yaşadıklarınıza rastlantı mı diyorsunuz? Yani siz konuştuğunuz,gözlerinin içine baktığınız birine kadim zamanlardan vermiş olduğunuz bir sözün tutulmasıymış gibi bakmıyor musunuz? Göksel Baktagir çalıyor masum aşk dinliyordu Salim. Gözlerinin içine bakıyordum. Anlatmıştım anlatılması gerekeni. Ağlamıştım daha evvel önünde evet. Ama bu sefer daha bir suskun Salim. Daha bir ürkek. Başında deveran eden hayalleri gözlerinden fışkıran bir adam vardı karşımda. Herkes haldaşı ile hallenir. Halimiz de geçmişti belli. “Aah be Salim hele gel de aklından geçenleri bize deyiver. Kendimiz serinler iken düşürdük dostun avucuna narı.

Ben Artık Bir Yanardağım

Gece saat on iki otuz beş. Sıcacık yatağımda yorganın altına girmiş tam kirpiklerim birbirine değecekken telefonuma gelen bir mesaj sesiyle irkildim. "sonuçlar açıklandı." Mesajı okurken kalbim yerinden çıkıyor sanmıştım. Ellerim titre, gözlerim ürkek bir şekilde bilgisayarın tuşlarına basmaya çalışıyordum. Benimle birlikte kim bilir kaç kişi bir an evvel sonuç sayfasına kavuşmak için sabırsızlanıyordu. Nihayet açıldı sayfa. Sonunda hayallerimin şehrine gidebilecektim.  Mutluluktan yerimde duramıyordum. Herkesi aramak, herkese haber vermek istiyordum. Ama artık uyumalıydım. Kafamı yastığa koyar koymaz kafamın içinde büyülü, ilginç hikayeler canlandı. Yıllarca hayalini kurduğum şehirde yaşamak nasıl bir şeydi? Sevdiğim adamla aynı şehirde yaşamak... Sabah uyandığımda ne zaman uykuya daldığımı hatırlamıyordum. Kalkıp bir an önce gerekli işlemlere başlamam gerekiyordu. Neticede yarın yolculuk vardı. Koskoca iki gün nasıl geçmişti anlamadım ama artık tüm işlemler tamamdı. O

KALBİM YANGIN YERİ

“Kalemim nerede?” diye bağırdı bir anda. Ne olduğunu daha anlamadan fırladım odadan. Gözlerinin içi kan çanağına dönmüştü. Belliydi hiç uyumamıştı. Kafamda kırk tilki kırkı da birbirine küsmüş ne yapacağımı bilmez bir şekilde karşısına geçtim. Oturdum. Uzun uzun gözlerine baktım, “Yeter artık,yazma!” dedim. Gülüyordu en son ne zaman güldüğünü hatırlamadım bile. Vazgeçmeyeceğini bile bile,yüzüne baka baka söyledim bütün sözlerimi. Ayağı kalktı ve içeri geçti,mutfaktan birkaç dilim baklava alıp önüme koydu. Uzun zamandır yan yana gelmiyorduk. Etrafı süzmeye başladı,ilk defa görüyormuş gibi,ilk defa dokunuyormuş gibi kadife koltuğa sürüyordu elerini. Ganem yününden dokunmuş üstünde isminin yazıldığı keçeye baktı. Sonra duvarda asılı fotoğrafa gözü ilişti. Uzun uzun baktı. Mırıldanmaya başladı bir anda: “Kirpiğin kaşına değdiği zaman  Kirpiğin kaşına değdiği zaman  Bekletme sevdiğim de vur beni beni.  Bekletme sevdiğim de vur beni beni  Sevdanın şafağı da sök

İNCE BİR ESİNTİ- VAVEYLA

Yürürken etrafa bakmasını sevmiyordum, hep yere bakarken insanlara carpmamak icin ayaklarına bakarak kendimi hizalıyordum. Böyle yürümeyi öğrenmiştim. Bir anda neredeyse 2   mevsim karlı olan şehrin kaldırımlarının neden mermer olduğunu düşündüm. Sanırım siyasi şeylerdi, ve bunun asla konumuzla ilgisi yoktu. Zaten canımın baklava cekiyor olmasının da konumuzla ilgilisi yoktu… Kafamdaki   konuları dağıtmak icin kaldırımdaki mermerleri   saymaya başladım… kirpiklerini saydığım gibi. Öylesine uzunlardı ki, tek tek sayılabiliyorlardı. Acaba hala sayılabiliyorlar mı merak etmiştim.  Daha önce tanımadığım halde türküsüne eşlik ettiğim kızın oturduğu yere oturdum. ‘’Gesi bağlarında dolanıyorum, yitiiiiiiirdimmmm yaaaariiiimiii…’’ Hemen dilime dolanmıştı yeniden …   ‘’Gel otur yanıma hallerımı söyleyim, derdimden anlamaz, ben o yari neyleyim’’ Şimdi daha anlamlı geliyordu sözler, sigara niyetine kalemimi ve kağıdımı cıkardım. Cizmeye başladım. Başka ne cizebilirdim ki… o

KÜÇÜK KIZ

Küçük bir kız çocuğu aslında o sadece yaşadıkları onu bu hale getiren. Bedeni  büyüse de ruhu hep küçük kaldı. Aynı gün birkaç saat arayla gelen iki mesajla hayatında yeni bir dönem açıldı. İki kişi girmişti hayatına. Bu iki kişinin hayatında iz bırakacağından habersiz. Biriyle tanışması sadece yanlış anlamalardan kaynaklıyken diğeriyle tanışması sadece bir tesadüftü. Biriyle sadece arkadaştı diğeriyle ise bilinmezlik. Onu sadece arkadaşı olarak gördü hiç aklına başka bir şey getiremedi onunda ona karşı sadece arkadaşça davrandığını düşünmüştü ta ki bilinmezlikle arası bozulasıya kadar o zaman öğrendi gerçeği. Yapamam dedi olmaz. Kalp başkasını isterken nasıl bir başkasına olur desin. Anlatamadı düşündüklerini karşıdakine. Evet onunla olsa mutlu olacaktı belki üzülmeyecekti ama kalbi hayır derken nasıl yapacaktı? Keşke küçük kız ona kalbinden ve aklından geçen düşünceleri anlatabilseydi ya da ona gösterebilseydi. Onun hayatından çıkmasını hiç istemedi. Onu insan olarak sevdi bir arkada

güzel bir rüya

Bugün diğer günlere nazaran daha suskundu. Antreman boyunca tek kelime etmemişti. Herkes farkındaydı. Bir şey olmuştu. ne olduğunu sormaya kimse cesaret edemiyordu. Beni endişelendirmiyordu bu halleri. Çünkü tanıyordum onu. Farklı bir şeydi bu. Antrenörün ağzından "Bugünlük bu kadar. Dağılabiliriz." cümlesinin çıkmasını bekliyordu. Gözlerinden heyecanı ve sabırsızlığı anlaşılıyordu. Beş dakika daha beklemeye tahammülü yok gibiydi. Kendini bir an önce dışarı atmak istiyordu. Nihayet çantasını sırtına aldığı gibi çıktı dışarı. Şehrin en işlek caddesinde kendi etrafında dönerek en sevdiği şarkıyı mırıldanmaya başladı.   -zambaleleyyo, zam-ba-le-ley-yo... Belki de hayatında ilk defa insanların bakışlarına aldırış etmeden, korkmadan istediğini yapıyordu. Güneşle dans ediyordu adeta. Onu daha önce hiç böyle görmemiştim. Yaptıklarını düşündükçe şaşkınlığım artıyordu. Bir türlü yaptıklarına anlam veremiyordum. Sonra durdu ve bir süre şaşkın bakışlarıma takılıp kaldı. Artık

BELLİ BİR UZAKLIK

Mesafe tanımını yaparken iki nokta arasındaki uzaklık deriz ama bu iki noktanın tanımını asla yapmayız. Yapamayız. Mesafelerin uzaklık algısı ile yani sözlükteki diğer tanımıyla celişiriz. ‘’ilişkilerde senli benli olmama, belli bir uzaklık bulunma durumu’’… Nedir bu ‘’belli bir uzaklık’’ ve ilişkiler arasına nasıl girer. Gözden ırak olanın gönülden ırak olmasıyla alakası var mı hep icimde sorular cöplüğünde kokuşmuş birer parcalar. İki kalp bu, iki nokta değil ki. Tanımlanan uzaklığa sığar şeyler değil. İki nokta arası uzaklık… iki kalp arası uzaklık. İki gönül, iki ateş… daha bir sürü cümlelere sığmayan ikiler…  Pek alışmış insanlar uzaklığın arkasına sığınmaya. Uzaklık gölgesi kocaman bir kaya, gölgesi üşütür, saklar güneşi. Aydınlığa kavuşamadan yürekler buz kesilir… o korkak yürekler… Hangi baharın güneşidir bu gölgelere sığındıran. Dudaklara sığmayan, yüreğe sığmayan ama bir taşın soğuk gölgesine sorgusuzca sarılan. Bahara aşık insanları bile üşüten yür

SUSKUN

Söyleyemedim sana aklımdan geçen düşünceleri. O güzel gözlerini görünce hep sustu dudaklarım. Çıkmadı kelimeler bir türlü. Belki nasıl anlatılır bilmediğim için sustum belki de anlatsam anlayamayacağın için. Umutla bakardın bana belki düşünmeyi bırakır kelimelere dökerim diye. Ben kelimelere dökmeye karar verip dudaklarımdaki mührü kırdığımda bu sefer seni bulamadım yanımda. Nasıl o hale geldik? Nasıl uçurumlar girdi aramıza? Suçluyduk ikimizde en çok da ben. Güneş gibi parlayarak girdiğin hayatıma gece gibi karanlık olarak çıktın. Ne kadar zaman oldu saymıyorum. Geçiyor bir şekilde zaman ama susmuyorum konuşuyorum artık seninle. Her gece o çok sevdiğim koltuğa oturup bana aldığın defterle konuşuyorum. Defterin ilk sayfasında o güzel yazın hala duruyor. Sonunda da yazdığın zambaleleyyo yazısı. Altına da ben bir kelime ekledim o hiç sevmediğimiz kelimeyi elveda.. boşteneke

istemsiz hikaye

Zambaleleyyo dedi bir şarkıda mı duymuştu yoksa filmde mi hatırlamıyordu. Durduk yere kullanılacak bir kelime bile değildi. Bütün kelimelere anlamlar yükleyen insan değil miydi? Gelmişse aklına bir sebebi vardı elbette. Yürüyordu ve uzun uzun bakıyordu yola. Bir yandan da kaldırım taşlarının çizgilerine basmamaya gayret gösteriyordu. Düşünmek onun için vaz geçilmez bir eylemdi. Ve kalbinden aklına giden yolda bir susuşun hükmü yer etmişti. Bulmalıydı aklındaki bütün soruların cevabını. Gömleğinin cebine yerleştirdiği kağıt geldi bir anda aklına. Banka oturdu ve sokak lambasının altına çöküverdi. Okumaya başladı. “Zaman denilen kavram insanların kaybettikleri en önemli sermaye. Ayet inmiş nasıl olsa. Nasıl olsa bütün kavramların en önemlisiydi zaman. Aklına yerleşen kavramların her biri farklı bir mecraya taşıyacak bizi. İbn-ül Vakt. Vaktin,anın çocukları. Anı yaşayan zalimler. İbn_ül Asr Zamanın çocukları.  Anı yaşayanların kurbanları.” Oturduğu yerden kalk

ŞAİRİN SUSTUĞU ŞİİR,DERVİŞİN SUSTUĞU DUA...

Şairin sustuğu şiir, dervişin sustuğu dua… Bu kaderdir. Serden serpilip düşen hayallerin kırıntılarına dalıp giden ve dualara sığınan adamların öyküsüdür. Dinle çocuk, dinle ki kalbine değecek mesellerin aslında mermer yüreklerine kendi elleriyle kazıdıkları adamların, ayın şulesinde gözleri kamaşan adamların, düşüşten pay alan adamların etrafa savurdukları kelamlarıdır. Bu masaldır.Hitabını ancak muhatabının bildiği dizelere dem vuran da masallardır çocuk. Masal Kaf Dağı’ndan aşabilene kader. Masal uçurumlarda güller devşiren adamların,dünyadan azade kendi kendilerine söyledikleri o eski türküleri duyanların kaderi. Yani çocuk masal, hayale kader.  Bu rüyadır. Daldığımız sözlerin, gözlerin, tesbihin, çayın, dumanın kadrini bilenlerin uykuları vardır çocuk. Rüya uykunun sahibine gerçek. Uyanmak istemeyenlerin, örtüsüne bürünenlerin, düşler kuramayanların gerçeklerinde uyuduklarıdır, gördükleridir. Parmaklarından kayıp giden taşları bağrına basanların rüyasıdır ki onların gerçe

DİLE DESTAN

Yağan yağmura bakıp, dudaklarımızın arasından kayıp giden dumana  hangi zamanda çekimlenmesi gerektiğini bilmediğimiz fiiller giydirip ayrılıyoruz aydınlıktan. Fiskeler atıp duran karanlığın üstesinden gelmeyi başarabiliyoruz da uzak diyarlardan gelen rüzgarlara söz geçiremiyoruz bi türlü. Hançeremizden çıkan harflerin telaffuz edilmeye korkulan isimlere dönüştüğünü gören kimseler ister istemez tedirgin oluyor. Bakışlarını üstümüzden kaçırmaya çalışan gözlerin, yazılan satırları okumaya kendini engelleyemeyişini hissettikçe uzaklaşmaya başlıyoruz kendimizden. Acayip tonların vücuda geldiği derin tablolar gibi dikkat kesiliyoruz etrafa. Rengin söze hükmedişini gördükçe, içimiz parçalansa da verdiğimiz tek tepki ayık tebessümlere sarhoş bir dudak büküştü sadece… Yazdıklarımızı sitem sanma,dertleşiyoruz sadece Dile Destan. Biliyorsun yazmak vazgeçilemeyecek kadar nefes, verilecek kadar can,söylenecek kadar türkü, okunacak kadar dert bize. Bize bizden nağmeler dökülsün dilinden Dile D

KUYU

Acı kahve tadında kelimeler biriktirelim bu gece. O geceyi seviyor belli,uykuyla kanlı bıçaklı gözler çok sever geceyi. Kitaplardan kokular sürünüp geceye çıkar,kağıda kaleme dokunur.Mürekkep tadı var ağzında kesin,yoksa yazamaz acıyı! Bilinmek ister belli. Anlatmak ister. Yarası, aslında kendisi ! Yağmurun sesine hayran bir çocuktur,yaşına bakmayın! Anlatsan masal dinler,hayaller devşirir,uçan halılarla Kaf Dağına varır,Leyla'ya özenir. Balkona çıkar,aya bakar,hüzünlenir,yarasına özenir. Susar. Susarız bizde. Rüya gördük kaç gece,kaç gece tesadüfe sığınmaya kalktık,yok değil! Aklımızla ölçülecek hesap değil bu. Dipsiz kuyuya taş mı atılır gece gece? Onda bir kalp var, közden, belli ! Közü avuçlamak yürek ister. Aslında kolaydır ehline laf cambazlığı!Şöyle kuşlu çiçekli bir şiir sererdik sofrasına ama yok be abi!  İlişemeyiz, kuyusu kendi,delisi kendi,taşı kendi!