Kayıtlar

Temmuz, 2017 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Alak Suresi (1-19)

Alak Suresi   (1 - 19) “Kur’an-ı Kerim’in 96. Suresidir.” Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı "alak" dan yarattı. (1-2) Oku! Senin Rabbin en cömert olandır. (3) O, kalemle yazmayı öğretendir, insana bilmediğini öğretendir. (4-5) Hayır, insan kendini yeterli gördüğü için mutlaka azgınlık eder. (6-7) Şüphesiz dönüş ancak Rabbinedir. (8) Sen, namaz kıldığında kulu (bundan) engelleyeni gördün mü? (9-10) Ne dersin, ya o (engellenen kul) hidayet üzere ise; ya da takvayı (Allah'a karşı gelmekten sakınmayı) emrediyorsa!? (11-12) Ne dersin engelleyen, Peygamberi yalanlamış ve yüz çevirmişse!? (13) O Allah'ın, her şeyi gördüğünü bilmiyor mu? (14) Hayır! Andolsun, eğer vazgeçmezse, muhakkak onu perçeminden; o yalancı, günahkâr perçeminden yakalarız. (15-16) Haydi, taraftarlarını çağırsın. (17) Biz de zebanileri çağıracağız. (18) Hayır! Sakın sen ona uyma; secde et ve Rabbine yaklaş. (19) EMİRLER Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı "alak" dan yarattı. (

İskenderun'dan Mersin'e Tren Seyahati - Günlük Gezi

Resim
“Seyahat etme mikrobu size bir defa bulaştıktan sonra artık tedavisi yoktur. Hayatımın sonuna kadar bu mikropla mutlu bir şekilde yaşayacağımı bilmek çok güzel bir duygu!” – Michael Palin Her gezi yazısında olduğu gibi güzel bir seyyah sözünün ardından gezi yazımıza başlamanın uygun olduğunu düşündüm. Ancak bu gezi yazımı yazarken zorlanacağım kadar hiçbirinde zorlanmadığımı zannediyorum. Çünkü kişisel sebeplerle duygusal olarak bağlandığım bir geziydi. Ve bu bağlılığım hala geçmiş değil. Gezi yazısına sizi sıkmadan başlamak istiyorum. En başta denilmesi gereken birkaç sıkıcı kişisel mevzudan yazının en sonunda bahsetmek istiyorum. Öncelikle gezimize İskenderun ilçesinin, Sarıse ki Mahallesi’ndeki (her ne kadar eski bir kasaba  olsa da büyükşehir olunca mahalle olan yerlerden) tren garından başladık. Tren beklemek kadar zevkli az şey var hayatta. Hele ki yanınızda sevdiği insanlar olduğu sürece. Hergün saat 07.10’da İskenderun Tren Garı’ndan kalkan tren Sarıseki’ye saa

BİR DÖNÜŞ

Caminin karşısındaki küçük çayhanede oturdum ve kendime bir kahve söyledim. Çabucak içip tekrardan yola koyuldum. Yürüyordum bir yandan etrafı kokluyor bir yandan da eski evlerin hemen altında sıralanmış antikacıları inceliyordum göz ucuyla. Bir yandan da sokağın kokusunu içime çekmeye çalışıyordum. Kokular insanları yüzyıllar öncesine bir düşün tam ortasına yerleştirebilirdi. Kokunun gücünü iyi biliyordum. Geçtiğim her dar sokağın her çarşının her pazarın kendine ait bir kokusu vardı çünkü. Koku sokakların kimliğiydi ve ben daha da hızlandırmıştım adımlarımı. Evin önüne gelmiştim bile. Boyası döklümüş beyaz kapının önünde dikildim. Duvarları dökülmeye yüz tutmuş yer yer tuğlaların göründüğü, bilmediğim bir sarmaşığın kapladığı o kadim, gençliğimin geçtiği o naif evin önündeydim. Sahi kaç yıl olmuştu gelmeyeli şu yere? Çantamı yoklamaya başladım ve o eski anahtarı bulup çıkardım yerinden. Kapı gıcırtısının eşliğinde yavaşça içeri girdim. Değişmemişti koku burada da aynıydı

şemsiyeli kız - (müzikal hikayeler)

Resim
yağmurlu bir   nisan günüydü. bahar geliyordu yavaştan istanbul’a. her zamanki gibi evimden çıkmış fethipaşa korusu’nun içinden yürüyordum. her yer çamurdu. dışarıda ıslanan kuşları düşünüyordum. aklımda yine bulanık hayaller. ne istediğimi ben de bilmiyordum. tertemiz toprak kokusu geliyordu. ne güzeldi kuşların cıvıltısı yağmurda. fethipaşa korusu’ndan aşağı, sahile inmiştim. dolmuş durağına yürüyordum. her gün yürümez miydim zaten? şemsiyem olmadığından biraz ıslanmıştım. hava da çok soğuktu açıkçası. ellerim ceplerimde yavaş yavaş ilerlerken eski konaklar dikkatimi çekiyordu. boğazın bir tarafı diğer tarafından görünmüyordu. sis her tarafı esir almıştı. erguvan çiçekleri boy boy açmıştı. yağmurdan dolayı yere dökülen erguvan çiçekleri, yolları pembe yapmıştı. yapılacak şeyler, okunacak kitaplar, gidilecek sinemalar… hepsi yük olmuştu içten içe. sonra okul vardı tabi. okula gidiyordum ya zaten şuan! ah şu okul olmasa ne güzel olurdu hayat. daha üniversite var diyordum. ün

SERABEYN

                                                                  Saadet zamanı: avluya doğru oturmuşuz, sen ve ben                                                                  Endamımız çift, sûretimiz çift, rûhumuz tek, sen ve ben                                                                  Bulandıran palavralardan âzâde, gamsız bir keyif, sen ve ben                                                                  …                                                                                                                 Ghazal Shakeri I. Ben, Rüyalar görmekte ehil olan, revan her daim revan… Bu gecenin ve bir silüetin hatrına,bir bakışın bir tebessümün hatrına,bir düşün bir olmazın yadına düşen ayın hatrına; bir şefkatin bir tel saçın hatrına yola revan olan. Yabancısı dahi olamadığımız,diline dahi değemediğimiz o şehrin yani Konstantiniye derler,yani Bizans derler oraların yokuşuna değen kalbimizin üstünden yürüyüp geçerler şimdi. Şimdi en ke

hüznün notaları

bu yazıyı gercekleşmeyen tüm hayallerime yazıyorum. hayatımın her notasındaki baskın do harflerine ithaf ediyorum tüm klasikleşmiş parcalarımı. ince notalarımı caldığım parcaları alıp tekrardan yorumlayan tüm sanatkarlara! varlığımı yücelttiğini sandığınız yorumlarınız, cevher-i ulvîmde sancılara gark oldu. doğru notalarda zıpladığım hayallerim, bir piyano tuşları gibi dökülüyor boşluğa... bastığım her nota kayıp gidiyor ruhumdan.  ve siz her fırca darbesinde berbat ettiğiniz tablomdaki renkleri grilere ve siyahlara dönüştürüyorsunuz. her darbeyi ruhuma atıyorsunuz bilmeden... diyordum ki; ben derinlerinde kayıp balık nemoyu saklayan okyanusum! dokunun derinlerime! evet sen! derinliğime boğulmayı göze al lütfen! evet sen! siz... kaybolabilir misin ruhumda?   bir kere dokun ruhumdaki derinlere, sonunu bilmeden kaybol cizdiğim labirentlerde, yap-bozumun bir parcası ol ve tamamla tablomu... şimdi ise kayboldum derinlerimde... yarım kalmış tüm hayallerime ithafen, yarım kalm

EVLAT

Yavaşça kapıyı açıp içeriye girdi. Uyanmasını istemediği için parmak ucunda yürüyerek yatağa yaklaştı. Nasıl da güzel uyuyordu. En çok sevdiği şeylerden biriydi onu uyurken izlemek. Zaman ne çabuk geçiyor diye düşündü. Tam üç yıl olmuştu o doğalı. Kocasından kalan tek hatıraydı ona. Kocası giderken ona çok güzel bir armağan bırakıp gitmişti. Bebekleri de aynı onun gibiydi. Daha şimdiden babasının kopyası olduğu belliydi. Bir tek dış görünüş olarak değil karakter olarak da benziyordu. Çok dua etmişti hamileyken aynı sevdiği adam gibi olması için. Kolay olmamıştı ve olmayacaktı onun için. Kocası olmadan tek başına büyütmek zorundaydı çocuğunu. "Şükür" dedi içinden, "En azından ailem bana destekçi."  Hamileliği çok zorlu geçmişti. Kocasını kaybetmenin acısı bir yandan düşük tehlikesi olduğu için bebeğini kaybetme korkusu bir yandan çok yıpratmıştı. Hele doğumdan sonra akıttığı gözyaşları… Beraber  kucaklayacaklardı çocuklarını beraber büyüteceklerdi. Şimdi onunla

Kısık Bakışlar

Âşık defterine bir şiir karalar Saklanan aşk gün yüzüne çıkar mı? Zaman akar, yıllar yılı kovalar İnsan sevdiğine kavuşamaz mı? Âşık defterine bir şiir karalar   Hatırlanır mı o eski akşamlar Bir genç, yârin peşinde yorulur mu? Yar incitilmez, yar zarif, yar susar Aşk varken, güneş, ay da tutulur mu? Hatırlanır mı o eski akşamlar   Hiç unutulur mu kısık bakışlar Bir genç, yâre kalbinden vurulur mu? Ta uzaklardan da görüldü mü yar Gencin kalbi, asude yorulur mu? Hiç unutulur mu kısık bakışlar   Sevilen adınca rahat mı yaşar Hüzün ve keder onu bulamaz mı? Köşeden dönmeden ona mı bakar Sor ona, bu yazı hatırlamaz mı? Sevilen adınca rahat mı yaşar   İnsanlar neden ağlar, neden susar Yoksa aşk, insana yazdırıyor mu? Kalemi el değil, yürekler tutar Aşk insana acı çektiriyor mu? İnsanlar neden ağlar, neden susar   Sen de öyle, çok sevdin bir zamanlar Acaba seni, hiç anlamadı mı? Gidenin ardından kalır acılar Acaba sevgini duya

Bir Yol Hikayesi

Maden Dağının moruna baka baka geçiyorum yoldan. Sazın dargın olduğu,mızrabın ve telin,dumanın ve külün,kalemin ve elin zay olduğu bir türkü eşlik ediyor işte. Yol diyorum ,yolda olmak, yolda durmak,yola varmak ve yola dalmak diyorum. Dalgınım çok dalgınım.Civan perçemlerinin arsız arsız gülümsediği, kirazların nazlı nazlı salındığı bir mevsimin ortasında alnımda boncuk boncuk terlerle ilerliyorum. Birkaç ikileme daha ekleyiversem mi diye de düşünmüyorum değil hani. Cambazlık mı yapsak yine? İp nerede? Geceye ilerliyorum yavaş yavaş. Birazdan bir yeşil kubbenin altından geçeceğim,köprüler geçeceğim,şimdi şuraya bir çift gözü şiir yapıp iliştireceğim biliyorum. Geçiyorum.Leyl diyesim var,öpesim var geceyi karanlığından. Hangi sabaha hangi günahla uyansak şimdi?  Öpüyorum karanlığından. Dalıyorum yine,dem be dem geceye. Kalbim diyorum, dikkat ediyorum hep kalbim diyorum. O kadar da bencilim yani.Kalbi diyemiyorum. Dalıyorum. Vardığım yerlerde hep kapılar gösterildi,hep rüyalar, he

Seher Vakti Geçtikten Sonra

Resim
Şehrin ıssız surlarında, yürüyen adamlar Bilirler bu kentin ağlak duvarlarını Avlusunda bereket kokan evlerin Çok çok eskilerde kaldığını Savaş türküleri söylüyor şimdi mecnunlar Tiz bir mızıka sesi kulaklarımda Fırsat kolluyor karanlık her bir yana Hakaretler yazıyor ilanı aşk duvarlarında İsyan sözleri fısıldıyor yıldızlar Aydınlık karanlığa satmış kendini Kifayet ne demek bilmiyor kelimeler Bir bahar havasında, göz gözü görmüyor İçimde bitmeyen bir alınganlık Yüreğimde sönmeyen bir ateş Bir sokak boyu yürüyorum gecelerde Yazılmamış şiirler dökülüyor parmaklarımdan