şemsiyeli kız - (müzikal hikayeler)
yağmurlu bir nisan günüydü. bahar geliyordu yavaştan istanbul’a. her zamanki gibi evimden çıkmış fethipaşa korusu’nun içinden yürüyordum. her yer çamurdu. dışarıda ıslanan kuşları düşünüyordum. aklımda yine bulanık hayaller. ne istediğimi ben de bilmiyordum. tertemiz toprak kokusu geliyordu. ne güzeldi kuşların cıvıltısı yağmurda. fethipaşa korusu’ndan aşağı, sahile inmiştim. dolmuş durağına yürüyordum. her gün yürümez miydim zaten? şemsiyem olmadığından biraz ıslanmıştım. hava da çok soğuktu açıkçası. ellerim ceplerimde yavaş yavaş ilerlerken eski konaklar dikkatimi çekiyordu. boğazın bir tarafı diğer tarafından görünmüyordu. sis her tarafı esir almıştı. erguvan çiçekleri boy boy açmıştı. yağmurdan dolayı yere dökülen erguvan çiçekleri, yolları pembe yapmıştı.
yapılacak şeyler, okunacak
kitaplar, gidilecek sinemalar…
hepsi yük olmuştu içten içe.
sonra okul vardı tabi. okula gidiyordum ya zaten şuan! ah şu okul olmasa ne
güzel olurdu hayat. daha üniversite var diyordum. üniversite’ye gitmemeliydim
asla. bütün bu düşünceler beni alıp başka bir yere götürüyordu. gök
gürlemesiyle kendime gelmiştim. sırıl sıklam olmuştum. yağmurluk falan da pek
fayda etmiyordu. rüzgarla beraber yağmurluğun içine giren sular ıslatmıştı tüm
bedenimi. ya dedim. ya evsizler ne yapıyordur, ben böyle ıslanıyorsam! hep
kendi hayatımdan şikayet ediyordum. ya başını sokacak evi olmayanlar. ya
yağmurluğu olmayanlar. delik ayakkabılarla dışarı çıkmak zorunda olanlar.
ayakkabısı olmayanlar. ah ah! deliriyordum aklıma geldikçe bencilliğim. “bizim
dertlerimiz dert mi be!”, diyesim geliyordu.
dolmuş durağına gelmiştim şükür.
kimseler olmazdı bu vakitte dolmuş durağında. e tabi, bu vakitte kim olacak.
sabah namazından sonra uyuyamama hastalığı deli ederdi beni. ama uyuyamıyordum
işte. gün ağarınca çıkardım hemen yola.
tek başıma beklerdim çoğunlukla bu durakta. ah oturacak bir yer de olsaydı.
az ötede sahilde banklar vardı. ama o zaman dolmuşların geldiğini göremezdim.
ayrıca bugün hava da yağmurluydu. durakta yağmurdan korunacak hiçbir şeyde
yoktu. dolmuş durağı levhası, başlı başına bir duraktı işte.
bekledim dakikalarca. ellerim
cebimde ısınıyordu. aklımda matematik yazılısına yetişip yetişemeyeceğim vardı.
gerçi pek de takmazdım. eskiden beri bir başıboşluk vardı okul konusunda bende.
okuduğum kitaplar öğretmenim, izlediğim filmler arkadaşımdı. kuşlarla
konuşurdum bazen balkonumda. yaşıtlarım bana deli derdi. pek konuşmayı sevmezdim.
sevsem dinleyecekler miydi? bilemiyorum. kendimi bildim bileli insanlar
dinlemekten çok konuşmayı, okumaktan çok yazmayı seviyorlar.
herkes bir tavşan, herkes bir
dağ…
herkes derman arıyor, herkes
dert…
tanıdık bir müzik sesi geliyordu
ama tam anımsayamadım. her taraf sisliydi. bir metre önümü göremiyordum.
dolmuşun beni nasıl göreceğini bilmeyen ben sesin geldiği yöne baktım. giderek
artıyordu sesi. sağanak yağmurun sesiyle beraber müziğin sesi güzel bir senfoni
oluşturuyordu. ancak bu müziğe eşlik eden bir ses de vardı. tanrım! çok güzel
bir sesti. giderek heyecanlanmaya
başlamıştım. çünkü bir kız sesiydi bu. ve ben doğduğumdan beri gereksiz bir
utangaçlık içerisindeydim kızlara karşı.
birkaç dakikalık müzikli bekleyişin
ardından, birden bana döndü. hissettim. aslında bir gözüm hep ondaydı. çok
güzel gözüküyordu. ama bana bakar mıydı? al işte, kendi kendime saçma sapan
hayaller kuruyordum. azıcık medeni olamaz mıydım? her neyse, dimdik bana farkettiğini görüp
iyice kızardım. ve yüzümü çevirdim. yüzümü çevirmemin ardından bir kahkaha sesi
duydum. sanırım bana gülüyordu. iyice utanmıştım. bir titreme almıştı o
gülünce, ellerimin soğukluğunu daha beter hissetmiştim. sonra birden sustu
kahkaha. bir süre sonra tekrar yola doğru döndüm. kaç dakikadır gelmiyordu.
zaten saatte bir geçen dolmuş, bugün gelmeyecekti sanırım. eve doğru yürüme
vakti gelmişti sanırım. bugün okula gitmeyecektim. matematik yazılısının canı
cehenneme! ama onun yanında durmak da gerçekten içimden geliyordu. isterseniz
sapık deyin, isterseniz yoksun. ama gerçekten huzur veriyordu. sinir olmuştum,
evet ama bir yandan da eğlenceli birine benziyordu. istanbul’da yüzü gülümseyen
birini görmeyeli bayağı olmuştu.
tüm bunları düşünürken onun
birden karşımda beklediğini gördüm. titreme geldi refleks olarak. yine bir
gülme aldı onu. ama bu sefer kahkaha değil gülümsemeydi. ben yine donup
kalmıştım. gerçekten çok güzel gülümsüyordu. kızıl saçları da çok yakışıyordu.
acaba boyatmış mıydı? banane yahu! en sonunda cesaretimi toplayıp, “neye
gülüyorsunuz?” diyebilmiştim. cevap
vermedi. birkaç saniye sonra hala yüzüme bakarken, muzip bir gülümsemeyle
birlikte “gel beraber yürüyelim” dedi. donmuştum! o! bana! yürüyelim! dedi!
acaba neden dedi! güvenilir birisi mi? böyle yaklaşık birkaç saniyelik beynimin
içindeki savaştan sonra “ne dediniz?” diyebildim. duymadın mı yürüyelim
diyorum, dedi gülerek. nereye, diye sordum. çok soru soruyorsun hadi gel, dedi.
ellerimden tuttu. ben ne tutabiliyor, ne de geri çevirebiliyordum. her şey bir
film şeridi gibiydi o an.
o yürürken ben de yürüdüm
yanında. ellerimden tutmasına gerçekten anlam veremiyordum. ıslak sokaklarda
biraz yürüdükten sonra vapur iskelesinde yağmurdan kaçan insanlara rastladık.
biz şemsiyenin altında yavaş yavaş yürürken bize garipçe bakıyorlardı
koşarlarken. ben de olan bitene anlam veremiyordum açıkçası. kimle yürüdüğümü
bile bilmiyordum. yürürken utancımdan etrafa bakıyordum. yola bile
bakamıyordum. o ise sürekli bana dokunuyordu. şemsiyeyi bana doğru tutuyordu.
yoldaki erguvan ağaçları gerçekten çok güzellerdi. acaba onlar bizim hakkımızda
neler düşünüyorlardır?
merkezdeki dolmuş durağına
gelmiştik. yaklaşık 40 dakika yürümüştük. konuştuk elbet. aslında o sordu ben
cevapladım. ama ben bir soru bile soramamıştım.
ah şu utancım!
gitmeliyim, dedi. kendine iyi
bak!
adını söyler misin, dedim bir
cesaretle.
çıkacak kelimeyi duymayı o kadar
istedim ki! o sesi duymayı…
ama çıkmadı.
adını öğrenememiştim.
şemsiyeli kız'dı artık o.
yüzünde acı bir tebessüm vardı.
ya da ben öyle görüyordum.
yağmur dinmişti artık.
şemsiyesini kapattı.
arkasını döndü ve yürümeye
başladı. soruma cevap vermemişti. giderken arkasına dönüp “şarkılarda
buluşalım” dedi ve uzaklaştı...
kalsa daha mı güzel olurdu hayat,
YanıtlaSilyoksa gitmesinde mi saklı hayat?